Armenian Van/Vaspurakan Kitabından Anahide Ter Minassian’ın “VAN 1915” Makalesinin Aktarım Notları[1]
Betül Tamer
Makalede Van’da Van ayaklanmasından önce bölgede yaşayan insanların içinde bulunduğu genel durum, halkın Osmanlı ile ve Osmanlı’nın diğer devletler ile ilişkileri ve ayaklanma sürecinden bahsediliyor. Ayaklanmayı tetikleyen soykırımlar ve yıpratma politikalarının ayaklanmadan çok daha önce gerçekleştiği ve bir sürece yayıldığı vurgulanıyor.
Temmuz 1908 döneminde Genç Türkler tarafından gerçekleştirilen hareketler sonucunda Ermeniler devlet kanadıyla uzlaşma umutları beslemeye başlıyorlar. Buna yönelik olarak Ermeni Devrimci Federasyonu Taşnaksutün partizanları silah bırakıp Genç Türkler’e yardımcı olacaklarını açıklıyorlar. Fakat Osmanlı yandaşlarının bir yandan herkesin ırk ve din ayrımı gözetmeksizin eşit şekilde yaşama hakkını savunurken diğer yandan Adana’da gerçekleşen Kilikya katliamını (Mart-Nisan 1909) desteklemesi Türkler ve Ermeniler arasında tekrar bir güvensizlik ortamı yaratıyor. Aynı dönemde Afrika ve Balkanlar’da Osmanlı’nın büyük toprakları kaybedilince Genç Türkler de ılımlı politikalarından sapmaya başlıyorlar.
1. Balkan Savaşı sırasında Rusya, Ermeni projesini tekrar öne sürüyor. Fransa ve İngiltere tarafından da desteklenerek 26 Ocak 1914’te Genç Türkler yönetimine Van bölgesini paylaşmak üzere yeni bir taslak teklifi götürüyor. Bu taslağa göre altı doğu eyaleti ve Trabzon’un idari bir bölge olarak şekillendirilmesindense iki ayrı vilayet kümesi öneriliyor. Taslakta Erzurum, Trabzon ve Sivas bir bölge olarak ayrılıp Louis Westenenk gözetimine, Van, Harput, Bitlis ve Diyarbakır ise Norveçli Nicolai Hoff gözetimine veriliyor. 3 Ağustos 1914’te Nicolai Hoff İstanbul’a geri çağrılıyor ve umumi seferberlik ilan ediliyor.
Eylül 1914’te kapitülasyonların tek taraflı feshi ve umumi seferberlik ilanı döneminde 8. Genel Kongresi’ni iptal eden Taşnaksutün Erzurum’da acil bir toplanma ile aralarından üç temsilci seçiyor. Bu üç temsilci Doktor Bahattin Şakir, Ömer Naci ve Hilmi Bey önderliğindeki İttihatçı delegeler ile iletişim halinde bulunuyorlar.
Bu süreçte Genç Türkler Taşnaksutün heyetine Rusya’daki Ermenileri ayaklanmaya teşvik etmesi karşılığında savaşın kazanılması durumunda özerk Ermenistan’ın kurulmasına yardımcı olunacağı ve Van, Bitlis, Erzurum’dan bölgeler verileceği yönünde bir teklif götürülüyor. Bu teklif Taşnaksutün’ün üç temsilcisi tarafından hükümetin süreçte tarafsız davranmasının kritik olduğu gerekçesiyle reddediliyor. Ayrıca, savaşın Ermenilerin yaşadığı topraklara ilerlemesi durumunda ise Ermenilerin daha önce yaptıkları gibi askeri yükümlülüklerini yerine getirecekleri belirtiliyor.
Ekim 1914’te Goben ve Breslav’ın Rus gemilerini bombalaması üzerine Türkiye de Almanya ve Avusturya-Macaristan yanında savaşa girmiş oluyor. Bu durumda Üçlü İtilaf (İngiltere, Fransa, Rusya) ve Üçlü İttifak (Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya) arasında kalan Ermeni toprakları Rusya ve Osmanlı arasında bir savaş bölgesine dönüşüyor. Bu sırada Rusya, Fransa ve İngiltere’deki Müslümanları yanına çekmek amacıyla şeyhülislam tarafından verilen cihad fetvası üzerine Osmanlı’daki Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasındaki kutuplaşmalar artıyor.
Savaşlar boyunca bozguna uğrayan orduların ihtiyaçlarının karşılanması ve kayıpların telafi edilmesi için Ermeni köyleri basılıyor. Köylülerin mallarına el konuluyor, yağma ve katliamlar yaşanıyor. Aynı zamanda, yaygınlaşan asker kaçaklarının peşine düşülerek kaçakların arandığı köyler de yakılıyor. Bu dönemde, Ermeni askerlerinin silahsızlaştırılması politikası güdülüyor ve bu bağlamda ordudaki Ermeniler silah kullanamayacakları hizmet birliklerinde görev alıyorlar. Ermeni temsilcilerinden Vramian bu durumu raporluyor fakat tek sonuç nispeten daha ılımlı bir insan olan Tahsin Bey’in gidip yerine Ermenilerin insanların ayaklarına nal taktırdığı için “Nalband Bey” olarak andığı Cevdet Bey’in gelmesi oluyor.
Şubat 1915′te iki barış delegesi grubu sayesinde daha ılımlı bir hava oluşuyor. Gruplardan birini ikisi de Osmanlı parlamentosunda Van vekilliği yapan Munib Efendi ve Vramian, diğeri ise Vafik Bey ve Ishkhan oluşturuyordu. İlk grup Van Gölü’nün güneyine, ikinci grup ise Timar Bölgesi’ne gittiler. Vramian, Cevdet Bey’e Ermeni köylerinde yaşanan mağduriyetlere yönelik bir rapor hazırlıyor fakat rapor Cevdet Bey tarafından dikkate alınmıyor.
16 Mart’ta aynı zamanda Taşnaksutün lideri olan bir Ermeni öğretmen ve onunla beraber üç genç tutuklanıyor. Bunun üzerine halk ayaklanıyor ve bölgenin gençleri Ermeniler için önem taşıyan ve barikatlarla çevrili olduğundan bahsedilen bir bölge olan Tagh bölgesine (Altun Dağları) kaçıyorlar. Bunun üzerine Cevdet Bey 18-45 yaş arası bütün Ermenileri orduda amelelik yapmak için görevlendiriyor. Kaçaklar olması durumunda kaçağı ve ailesini öldürmekle tehdit ediyor. Ulusal Ermeni Kurulu 43 liralık bedelin ödenmesi karşılığında askerlikten muafiyet veya düzenli orduya katılım hakkı talep ediyor fakat bu öneri de kabul edilmiyor. En sonunda 500 Ermeni’nin askere alınmasına karar veriliyor.
3 Nisan’da, Cevdet Bey’in isteği üzerine Ishkhan kendisiyle beraber üç Ermeni fedai ve dört polisle beraber arabuluculuk yapmak için günümüzde Ermenistan sınırları içinde bulunan Hirj’e gidiyor. O gece Ishkhan ve beraberindeki diğer Ermeniler Cevdet Bey’in gönderdiği Çerkez askerler tarafından tuzağa düşürülüp öldürülüyor. Aynı gün şafak vaktinde köydeki bütün Ermeni erkekler meydana toplanıyor ve öldürülüyorlar. Köydeki petrol kuyularına atılan cesetler ise 1 ay sonra Rus askerler tarafından bulunuyor.
O sırada Hirj Katliamı’ndan habersiz olan Aram Manukyan ve Vramian da ayrı ayrı Cevdet Bey ile görüşmeye çağırılıyorlar. Vramian görüşmeye gidiyor ve dokunulmazlığına rağmen Talat Paşa’nın emri üzerine tutuklanıp İstanbul’a gönderiliyor. Aram Manukyan’a ise görüşmeye gitmeden önce ona haber verebildiği için Manukyan’ın tutuklanmasına engel olabiliyor.
Ardından 6 Nisan’da Hayots Dzor olarak anılan Van’ın Gürpınar ilçesindeki Ermeni köylerinin hepsi düzenli baskınlarla tek tek yakılıyor ve köylerdeki halk katlediliyor. Tam olarak 51 köy bütün nüfusuyla beraber tamamen yok ediliyor. Bazı köylerde kaçabilen insanlar dağlara çıkıyor fakat soğuktan donarak ölüyorlar. Bir kısım insan ise Van’a kaçmaya çalışırken yolda öldürülüyorlar. 6 Nisan döneminde Van’ın özellikle kuzeyinde birçok köyde sistematik katliamlar gerçekleştiriliyor. 1896′daki katliamlarda insanların Van Gölü’ndeki Çarpanak Adası’na (Island of Ktuts) kaçarak kurtulmaya çalışmalarına rağmen kurtulmalarını önlemek amacıyla askerler sahil şeridini de kuşatma altına alıyorlar. Oraya kaçan insanları da gölün kıyısında öldürüyorlar.
Bir kısım insan da Ermenilerin en uzun süre direnç gösterdiği Yedikilise’ye kaçıyorlar. Cevdet Bey’in emriyle buradaki halk da dağıtılıyor. Dağa kaçabilenlerin dışında, yakalanan halk askerlerce Van’a geri indiriliyor.
Makalede Cevdet Bey’in tutumuna yönelik sebepler de sorgulanıyor. Türk halkı arasında Rus ordusuna önderlik eden Ermenilerin Türkiye’deki Ermeniler ile birlik olup ayaklanma çıkaracağı korkusunun hâkim olduğu vurgulanıyor. Ermeniler ise bu durum karşısında hem korku hem de umut sahibiler. Çünkü 1896′da Osmanlı otoritesi tarafından yönetilen Kürtlerin yaptığı soykırımları da unutamıyorlar.
Aygestan Direnişi ve Van’ın Coğrafi Yapısı
Van, şehir merkezi ve Aygestan olmak üzere iki ayrı bölümden oluşuyor. Şehir merkezine farklı yollardan açılan dört ayrı kapı, şehir merkezini Aygestan’dan ayırıyor. Burada 20.000 Ermeni ve 17.000 Müslüman (Türkler, Kürtler, İranlılar ve Çerkezler) yaşıyor. Van’daki mücadelelerin paralel olsa da farklı merkez ve bölgelerde yürütülmesinin sebebi, şehrin kapalı yapısı olarak anlatılıyor.
5 Nisan’da Ermeni ve Müslümanların beraber yaşadıkları karma bölgeler boşaltılmaya başlanıyor. Ermeniler kendilerine Amerika ve Almanya’da gidecek yerler aramaya başlıyorlar. Cevdet Bey ise tekrar 18-45 yaş arasındaki bütün Ermeni erkeklerin tutuklanmasını emrediyor. Ayrıca birçok Ermeni devlet memuru ve düşünür tutuklanıyor. Bu olaylar üzerine üç Ermeni partisi (Armenakan, Hınçak ve Taşnaksutün) Türk hükümetinin Ermenileri yok etme politikası karşısında direnişe geçme kararı alarak toplanıyorlar. Van’da Ulusal Öz Savunma Komitesi olarak da bilinen Ermeni Öz Savunma Komitesi kuruluyor. Bünyesinde bahsi geçen üç partiden insanları barındıran komitenin başında Aram Manukyan yer alıyor. Bu komiteye ilave olarak, savaş süresince üç yeni organizasyon daha kuruluyor. Bunlardan Kızıl Haç (Red Cross), 6 öğretmen ve 30 öğrencinin savaş sırasında kurduğu bir hastane görevini görüyor. Erzak Komisyonu (Provisions Commission) 12 kişiden ve Gereksinim Komisyonu (Supply Commission) 13 kişiden oluşup besin maddelerinin Aygestan halkı arasında hakkaniyetli şekilde dağıtılmasından sorumlu tutuluyor. Bu komiteler daha sonra yeni açılan komitelerle beraber Kadınlar Komitesi (Women’s Committee) adı altında birleşiyor.
Savaşa dair ilk olaylar 7 Nisan’da iki Ermeni kadınına tecavüz etme girişiminde bulunan Türk nöbetçilerden kadınları korumaya çalışan iki Ermeninin öldürülmesiyle patlak veriyor. Hükümet Aygestan’ı gece boyunca ateşe tutuyorlar. Tek bir çatı kalmamasına rağmen direnen Ermeniler iki telgraf merkezini ele geçirmeyi başarıyorlar ve Türkleri Aygestan’dan püskürtüyorlar. Fakat çok fazla güç kaybeden ve zaten bir orduya nazaran güçlü sayılamayacak Ulusal Öz Savunma Komitesi, Rusya ile görüşüp yardım istemeye karar veriyor. Cevdet Bey saldırılarını sürdürürken Aygestan’da küçük bir silah fabrikası, dökümevi ve bir kimya öğretmeni gözetiminde bir barut laboratuvarı kuruluyor. İlk Ermeni topu da burada üretiliyor.
25 Nisan 8 Mayıs arasında Varag (Yedi Kilise)’da ciddi bir yenilgiye uğranılıyor. Ermeniler, kendileri için fiziksel ve ruhani değere sahip bir bölgenin kaybı üzerine umutsuzluğa kapılıyorlar. Bu sırada Rus ordusu ve Ermeni gönüllülerin yardımıyla Türkler geri çekilmeye ve çekilirken Aygestan’ı bombalamayı bırakmayı kabul ediyorlar. Fakat daha sonra bölgedeki Müslümanları bölgeden tamamen tahliye eden Cevdet Bey, 3 Mayıs’ta şehri tekrar bombalamaya başlıyor.
Osmanlı ve Rusya saldırıları ve Ermenilerin karşı saldırıları ile Osmanlı’nın tutarsız politikaları arasında Van 1915 yazı boyunca üç kez el değiştiriyor. Mücadele boyunca Cevdet Bey’in söylemekten vazgeçmediği şu söz ise aslında yaşananların özeti niteliğinde: “Bu şehir ya Türklerin olacak ya da Ermenilerin. Ama kesinlikle ikisinin birden değil.”